Rahmet ve minnetle anıyoruz, “Mekanın cennet olsun beyaz saçlı adam”
07 Mayıs 2014 tarihinde Amasya’nın Suluova ilçesinde hemzemin geçitten karşıya geçerken aracına trenin çarpması sonucu hayatını kaybeden Hasan Ballı’yı rahmetle anıyoruz.
Yazar Ümit Aksoy’un ölümünden sonra Rahmetli Hasan Ballı’ya ithafen kaleme aldığı yazıyı sizlerle paylaşıyoruz.
“BİR VAKIF İNSANIN ARDINDAN”
Ümit Aksoy Hasan Ballı’yı yazdı;“
Ölüm üzerine bir şeyler yazmak dünyanın en zor işi.
Hatta bu dünyanın, bu dünyadaki fanilerin işi değil bir yandan.
Daha doğru bir deyişle benim gibilerin yazacağı bir şey değil.
Hayır, sadece hiç ölmediğimden, henüz ölmediğimden değil; ölümün “hakikati”ne dair da, tabir yerindeyse, bir açıklığa/açılmaya/yakınlığa kavuşmadığım için.
Bunun için, bu yazıyı yazdığım için özür diliyorum herkesten.
Ama bu yazıyı yani, Trabzonlu balcı Hasan Amcayla ilgili bu yazıyı da yazmam da üzerime farz olmuştu öte yandan.
Hasan Amca çok yakın bir arkadaşımın, sevgili Ferşat’ın babası.
Biz erkekler için babalarıyla olan ilişkileri oldukça netamelidir. Annelerine değilse babalarını hayatlarında nereye koyacaklarını, onların üzerlerindeki ektilerini, onlarla nasıl ilişkiye geçeceklerini bilmeleri hayli zaman alır. Bazılarımız, bunu bir hayat boyu bile beceremezler.
Hani neredeyse, bir erkeğin hikâyesinin, babalarıyla girdikleri ilişkinin tarihi olarak işaretlemek yanlış olmasa gerek.
İstanbul’da tanışmıştık Hasan Amcayla. Doğrusu onu gördüğümde Ferşat’ın biraz yaşlanmış hali demiştim içimden. O gün anlamıştım ki, iyi ya da kötü, bir erkeği ancak babasını tanıyarak anlamak mümkünmüş bir bakıma.
Hasan Amca, bembeyaz sakalı ve vakur tavrıyla yaşlanmış, yaşını almış, yıllanmış bir adamdı.
Biz yeni nesle bakınca, belki de onlar akranım oldukları için, onların babalıklarını ve anneliklerini anlamam, onları bir anne ve baba gibi görmeyi pek becermem mümkün olmadığı için, ancak böyle eski kuşaktan insanları görünce anne ve baba olmak neymiş biraz sezebiliyorum doğrusu.
Ama benim Hasan Amcayı asıl tanımam, İstanbul’da değil, geçtiğimiz Kurban Bayramı’nda Trabzon’da bizi misafir ettiğinde olmuştu.
Hasan Amca gibi eski kuşak adamların sizden beklediği, sizi yokladığı bir an var: Size kendisini açmak için acele etmiyor eskiler. Öyle bir anda koy vermiyorlar kendilerini. Bir tartıyor, bakıyorlar, yokluyor sizi. Ama kanı da size kaynadı mı, sizi iyi belledi mi de isteseniz canını bile vermeye hazır bir kıvama varıyorlar.
Biz bunun adına kısaca samimiyet diyoruz. Yapmacık olmayan, bir deneyimden beslenen ama hesap kitaba da vurulmayan bir hal. Şimdi siz, bir vefatın ardından böyle yazdığımı düşünüp, bunun bir güzelleme olduğunu, bir “ölüm”ün ardından, ölümün ağırlığı altından bunları yazdığımı düşünebilirsiniz. Oysa benim bu yazdıklarıma, Kurban Bayramı’nın hemen ardından, beni tanıyan bütün arkadaşlarım şahittir. Onlara, ne o vakit Hasan Amca için ne söylediysem, burada yazdıklarımda odur. O yüzden içimde, dışımda pek rahat bu konuda.
Ama yine de keşke bu yazı o zaman yazılıp da kayda geçseydi. Kısmet…
Geçtiğimiz gün bir öğlen vakti aldık Hasan Amca’nın vefat haberini aldık. İstanbul’a gelmiş ve çokça benim, birazda kardeşim Ferşat’ın ihmali yüzünden bir türlü görüşememiştik. Zaten bizatihi bu görüşememe hikâyesi bile, şehirli benle, köylü Hasan Amca arasındaki farkı anlatmaya yetiyor aslında. Onlara, oralara ne zaman gitseniz sizi bağırlarını basar, sefa gelip hoş bulmanızı sağlarlar. Biz şehirli insanlar ise, bunca koşturmacanın içerisinde bir vakit bulup da ziyaret etmeyi, ellerini öpmeyi beceremeyiz.
Bir keresinde sevgili Mehmet Kahraman’ın söylediği gibi, o akşam izlenecek dizi varken misafirliğe gitmek öyle kolay bir hareket değildir zira.
İzlenecek diziler bitmediği için, yapılacak bin tane işimiz olduğu için, bir misafirliği kendimize çok gördüğümüz için, nihayet hem kendimizi hem dünyayı kurtarma telaşını düştüğümüz için Hasan Amcayı ziyaret gidememişti bu şehirli insan.
Şimdi ise, yani yaklaşık 6 ay sonra tekrar Trabzon’dayız.
İstanbul’da yapamadığımız o küçücük ziyareti, burada yapıyoruz. Bir iade-i ziyaret bu kadar zor olmalıydı ama öyle değil mi?
Evinin önünde Hasan Amca’nın dünürü Harun Amca bir konuşma yapıyor. Geç bulup, tez kaybettik birbirimi diyor.
“Allah’tan geldik yine ona gideceğiz” diyor ve ekliyor: “Ben burada bir kez daha anladım ki küçük bir vakıfmış Hasan kardeşim. Bütün köyün, köylünün eli ayağı…”
Hasan Amca kılınan ikindi namazında sonra evinin bahçesine, babasının yanına gömülüyor.
Her şey iyice karışıyor. Ben şehirli bir insan olarak, babamın evimin bahçesine (ne evim var ne de bir bahçem tahmin edeceğiniz üzere) gömülmesini ne ister ne de bunu kaldırabilirdim. Bu defin beni fena halde yoruyor.
Hasan Amca defnediliyor, üzerimize yağmur yağıyor; dualar okunuyor. Of’un Ballıca köyünde, bulutlarla aramızdaki mesafe azalıyor.
Duadan sonra, bir ses “Hacı Hasan Ağabey’in ailesi, oğulları, bu acılı günümüzde bizi yalnız bırakmadığınız için size çok teşekkür ediyorlar ve bundan önce bu evin kapısı nasıl hepinizi açıksa bundan sonra da bunun devam etmesi için ne gerekiyorsa birlikte yapmaya hazırdırlar” diyor.
Dedim ya, üzerimize yağmur yağıyor, Hasan Amca, bir oğul olarak babasını yanına, evinin bahçesine defnediliyor…
Ümit Aksoy-Yazar